25 Aralık 2013 Çarşamba

Alfredo Castaсeda

Alfredo Castaсeda (1923-1981)

Castaceda'nın imgesindeki sakallı yaşlı adam insanlığın anlayış düzeyinin son demlerini haber verir. Ataerkil geçmişin, dinle, kadınla, şansla bağlatılarını sunar bize. 


Resimde açık bir şekilde; Hz. İbrahim'in, oğlu İsmail'i kurban etmek istemesi görülür.  Dizlerinin üstüne çökmüştür Hz. İbrahim. Sağ elinde bıçak sol elinde İsmail vardır. İbrahim'in gençliğidir aynı zamanda İsmail. Onu kurban etmek istemesinin ana nedeni rüya değildir. Yaşının ilerlemesinden dolayı girdiği bir tür gençlikle anlaşamamazlık psikolojine girmiştir. İlk baba-oğul ayrılığı buna dayanıyor diyebiliriz. Görülen rüya, bilinçaltının yansımasından bir şey değildir. Aslında İsmail'i kurban etmesi, onu daha iyi yapmayacaktır. İçinde bulunduğu karmaşık durumu sağ ve sol taraflarında görebiliriz. Bıçak sağdır ama sol yanı istediği için bunu yapacaktır. Sol kalbi, sağ beyni temsil ettiği için ters bir durum vardır. Bu ters durum ise İsmail'in onun gençliği olduğu ihtimalini kuvvetlendiriyor. İbrahim aynı kendini kurban etmek istiyor aynı zamanda. 

Kurban olarak gelen koç, ataerkil yapının zayıflayacağına işarettir. Çünkü koç erkektir. İbrahim, oğlunu kesmeyerek ataerkil toplumu tamamen sekteye uğratmış diyebiliriz. Doğada zayıflığa yer yoktur. Oğlunu kesmeyecek ise birşey kesmek zorundadır o. Vicdanının, bedelini ise koç öder. Koç, erkekliğini gösteremez ve ölür. İbrahim, ise burada iki şeyi mükemmel dengelemiştir. 
1) Oğlunu kesmeyerek, erkekliğinden ödün vermiştir. 
2) Koç'u seçerek 'zayıf'' erkekliğin ölmesini istemiştir. 
Madem ataerkil yapı bozulacak, bari güçlü erkekler bunun meyvesini yesin. 

Castaсeda'da bunu anlamış ki koçu altta ayrı eklemiştir. Aslında koçun ayrı eklenmesinin başka bir nedeni daha vardır, İbrahim'in bilinçaltında yatan ve belirsiz olan düşünceleri koçla birlikte yüzeye çıkıyor. Rüyasın'da oğlunu öldüren İbrahim, bunu gerçekliğe dökerken nasıl bir psikoloji içindedir? Bunun en ince ayrıntısı, koçun kurban edildikten sonra yenmesidir. Neden kurbanlık olan koç yenmiştir asıl bu soru sorulmalıdır. Belirsiz bir nekrofili rüyasını mı görmüştür İbrahim? İnsanın insanı yediği bir geleneğe son verdiği açıktır. 

Alttan gelen koç ile İbrahim ve oğlu ağacı da imgeler. Kökleri koç olan bu ağacın gövdesi İbrahim, dalları ise bıçak ve İsmail'dir. Paradoks bir şekilde kökü keser ve kök tekrar dolmaya başlar. 

Ayrıntılardan biride İbrahim'in arkasında bulunan manzara ve bu manzarayı çevreleyen yarım dairedir. Sadece yarım daireye baktığımızda resimde İbrahim, bıçak ve İsmail'in başı görünür. İşte İsmail'i kesseydi İbrahim bu tam daire olacaktı. Tam daire ise tamamen doğayla birliktir. Dairenin altında renk değişir işler daha karmaşık bir hale gelir. Özgürlük mavisinden çöl rengine gelen renk, koçta kırmızı bir hal alır. 

Başka bir yönden bakarsak, İbrahim'in elinde tuttuğu baş kendi gençliğidir. İbrahim kıyamaz gençliğine ve başka bir yöntem dener. Koç bunu doldurabilecek bir hayvandır. Erkektir, pandır ve ölmeye hazırdır. Pan'ın ilk yenilgisi İbrahim'le başlar. 

Kan her türlü akacaktır. İbrahim'in diz çöktüğü yer kırmızı, koçun her tarafı kırmızı... Kanı başka yöne çekmek belkide en cazip olanıdır. Sorun şu ki ne oldu da kurbanlık olan koç yetersiz kaldı? Başka kurbanlık hayvanlar olaya dahil edildi. İnsanın içindeki kan dürtüsü genişletmiştir.  

Castaсeda'nın imzası bıçak yönündedir. Burada İbrahim'le aynı fikirde olmadığı açıktır. Rüya'nın etkisini kaybetmesi koçun kurban edilmesiyle başlar. Sağ tarafta kalan bıçak her türlü kan istemiş ki, bir kurban ortaya çıkmış..

Bana kalırsa asıl Hz. İbrahim'in rüyası budur. 
Çerçevenin genişlen süslemeleri bunu yayılacağını söyler. Sol tarafındaki kan İsmail içindir ama koç bunun yerini almıştır. 

2 Aralık 2013 Pazartesi

Pierre Roy

Pierre Roy (1880- 1950)

Roy'un imge dünyasında yumurta, yılan, tren, şarap ve oyun odaları imgesi ağırlık basar.



Günah işlemenin ve sonrasındaki vaziyeti görürüz bu resimde. İkiye ayrılmış ama yek bir vücut olan kişilik. Sol taraf günlük hayatının görünen tarafı sağ taraf ise iç -hissedilen- tarafıdır.

Gökyüzü solda mavi tonlarında özgürlüğü haber verir ama o öyle basit bir özgürlük değildir. Kırmızı şarap kısmı daha koyu beyaz şarap kısmı daha açıktır. Buradaki kırmızı şarap gün içindeki iç konuşmadır. Beyaz ise dış konuşma.
Beyaz şarabın yanında sağlıklı bir yumurta vardır. O ahlak anlayışını temsil eder. Beyaz şarabın yanında bir yılan görülür. O ise yumurtanın asıl nedenidir. İnsanı cennetten kovduran yılan  yumurtanın bekçiliğini yapar. Bu yumurta onunda olabilir olmayabilir de, artık bir anlamı yoktur yılan için. Günlük ilişkilerde ahlak her zaman olmak zorunda olduğu için, yılan sadece onu takip eder.

Şatonun arkasında kalan kırmızı şarap ise aslında günlük hayatın arkasında söylemediğimiz/söyleyemediğimiz şeylerdir.
İki şarap kadehinin bardakları değişiktir. Beyaz şarap daha fazla şarap alacak şekilde gösterilmiştir ve sadedir. Sade insanlar her zaman iyi ilişkiler kurar. Kırmızı şarabın kadehi ise daha gösterişlidir, tıpkı ego gibi.
Gölge sol resimde sağdan vurur, sağ resimde ise tepeden. Sağ mantıklı hareketin imgesidir. Sol ise kalbin. Sağdan vurdan gölge kırmızı şarabın gölgesini belirginleştiriyor. Söyleyemediklerimiz arttıkça o gölgenin belirginliği artıyor. Sağ resimde ise yukarıdan vuruyor ışık-yani göz. Çünkü Sağ taraf bilinçaltıdır ve bilinç altına sadece tepeden bakabiliriz onun altını görmek imkansızdır.
Gölge ilginç bir biçimde sol resimdeki şatonun altında da görünür. Yani günlük hayatta içimize attıklarımız.  Bu gölge bir süre sonra kırmızı şarabın gölgesine geçer. Oradan da sağ resme..
Gölgelerle ilgili bir ayrıntı da sol yukarıdadır. O gölge daha çok hayata değişik açılardan bakanlara aittir. Düşündüğü şeyleri, her yönden bakabilen insanlara.

Sol tarafta uzakta bir şato daha görünür. O ise aslında sağ resmin bir yansımasıdır. Günlük hayatta otomatik olarak çıkan bilinçaltının yansıması. Onu biz yalnız ve uzak olarak görürüz ama sağ resme baktığımızda hiçte öyle olmadığını görürüz.

Sağ resme gelirsek; 7 tane çürümüş yumurta sarar etrafını şatonun.  Ve şatonun arkasını görürüz. en dip yani.. 7 günahın temsili orada çürümeye bırakılmıştır. O günahlar gün yüzüne çıkmak ister. Sadece içlerinden bir yumurtanın zorla orada kaldığını görürüz. O yumurta ise ortadakidir. Şatonun altından onu tutan bir parça çıkar sanki ve Onun gölgesi aşağıya yansır. O yumurta kuşkusuz öfkedir. Çünkü 7 günahın içinden en enerji potansiyeline sahip günah odur. Cinnet anında o yumurta düşer. Öfke, her zaman ortadadır.

Sağ taraftaki kırmızı şarap kadehi, diğerlerinden farklıdır. Üçgen formundadır. Üç her zaman kutsaldır. Baba-oğul-kutsal ruh, elif-lam-mim, ben-sen-o... Şarap kadehi yarı yarıya doludur. Ama şarap daha çok gibi görünür bunun nedeni şeklidir.

Sağ resmin sol yukarında bir şey asılıdır. Bu sol resimde görülen yılanın derisidir. Derisini bilinçaltında değiştiren yılan burada unutulmamayı sağlar. Varlığını belli eder ama kendi yoktur. İnsanların yılanla ilişkisine göre o deri resimde yer değiştirir.

Sağ resmin yukarısında ise gölge hakimdir. bilinçaltına bakılmasının imkansızlığını gösterir.Çünkü ışığın nerden geldiği hiç belli değildir burada. Arka fondaki renkler uzayı anımsatır. Boşluğun uzaklardaki rengini..

22 Eylül 2013 Pazar

OnstOn

25 Eylül-12 Kasım arasında G-art'da yüze çıkan serginin 3 tane aynı temada ilerleyen eserleri inceleyeceğim.

Böyle bir sergi Osmanlı devam etseydi yine olurdu kanımca. Bu yönden sergi kaçınılmaz bir imge dünyasını bize sunuyor. Otomatik yapıyla batının imge dünyasıyla doğunun sentezi olan bu sergi ismi üstünde "Ottomatik" bir yapıya sahiptir.


Osmanlı savaşlarıyla meşhurdur. İki top arasında kalmış halkın hafızasını, toplumsal yapısını, gözünü anlatır bu üç resim. Ortadaki abimize Bay Osmanlı diyelim.

İki filin çerçeve renkleri kahverengidir. Kahverengi bir çok renkten elde edilir bu Osmanlı'nın içindeki milletleri belirtir. Kahverengi Osmanlı'nın favori renklerindendir ayrıca. Günümüzde ise hale kahverengi üst tabakanın renklerindendir. Bay Osmanlı'nın sağındaki filde kahverengi tonları daha azdır solundakine göre. Çünkü sağ taraf Osmanlı'nın içinde fakat ondan daha bağımsız düşünür. Soldakinde ise gelenekçi bir düşünüş hakimdir.
Bay Osmanlı'nın çerçeve renkleri daha yumuşak ama her tarafa yayılan bir renktir. Çünkü uzun tarihinin ona getirdiği bir gerekliliktir bu.

İki filin ortasında kalmış Bay Osmanlı. Biri ona balık atıyor diğer kuş. Atılan kuşlar ve balıklar yüzünde toplanmış. Osmanlı'nın içinde barındırdığı mutasyon kolaj birleşiyor. Sağ tarafında kuşlar sol tarafında balıklar. Balıklar saplantılı gelenekçi kişileri temsil ediyor. Osmanlı'nın büyük bir bölümünü oluşturan bu kişiler Kanuni'den sonra baskın bir şekilde öne çıkmaktadır. Kuşlar ise Osmanlı'nın düşünen ve gelenekçi yapıdan sıyrılmış- sıyrılmaya çalışmış kişilerdir.

Bay Osmanlı göz altları dikkat çekicidir. Sol tarafın yani balığın olduğu gözün altı daha çok bölünmüştür. Sağ taraf ise bölünmeden çok yıpranmış bir haldedir. Sol taraf lokmasını bekleyen bir diş sağ taraf dövülmüş bir demir gibi. Bay Osmanlı'da en büyük detaylardan biri sağ gözün altında akan bir damla yaştır. Üzülen Osmanlı'nın özgür olmayan bireylerini temsil eder kuş.

Kuşlar özgürlük mavisini taşır. Balıklar ise sol tarafta kalmış dini saplantıları temsil eder. Seçilen iki imge boşuna seçilmemiştir üstelik. Kuşlar ve balıklar en gizemli hayvanlardır. Karada yaşamazlar. Balıklar çabuk unutur. Kuşlar özgürlüğü hatırlar sadece. Kuşun kanatlarından biri Hazerfan'dır. Yeri gelir Baha Tevfik olur, yeri gelir Beşir Fuat olur, yeri gelir Nesimi olur. Bir bakıma Bay Osmanlı bütün insanlığı temsil eder başındaki fesi atarsak. Tarihin başlangıcından beri böyle gelmiştir bu. Toplumsal farklılıkları hazmedemeyen her iktidar yapısı için sadece fes yerine başka bir imge gelir-gider sadece!

Burundaki kuş ise Osmanlı'nın birleştiği tek noktadır. Çünkü burundan alınan koku gerçektir. Hemen hemen herkese aynı duyguları verir. Kan kokusu, çöp kokusu, gül kokusu. Ama kuşun başının sağ tarafta olması rastlantı değildir. Çünkü kuşu soldaki fil var etmiştir. Birde burada önemli bir ayrıntı vardır. Bay Osmanlı'yı dikey olarak ortadan böldüğümüzde kuşun başı sağda kalır diğer yarısı ise solda. Düşünen tarafı sağdadır yani. Ve alttaki kuşun başı balığın üstündedir. Kuş bu anlamda balıktan üstündür lakin balığın onun boynunu parçalamasına bir şey yapamayacaktır da aynı zamanda.Bu bilinmese de kuşun hep onun üstünde olduğu bilinecektir.

Sağ taraftaki fil kesinlikle savaşçı değildir. Tekerlek filin kulağının altında kalmış, diğerinde ise altında. Tekerleklerdeki parça sayısı da önemli ayrıntılardandır. Sağ taraftaki filde 6, sol tarafta ise 7 parçadır. Bu balıkların sayı olarak üstün olduğunu gösterir. Sol taraftaki filin dişleri savaşçı bir şekilde dışarı bakar ve burnunun sonundaki bıyık biraz incedir. Sağ taraftaki dişler ise sanki burnu sıkıyormuş ve nefes almasına izin vermiyormuş gibidir. Bıyıkları diğerine göre kalındır. Burada bir anlamda Bay Osmanlı'nın burnu da devreye giriyor. Sağ filin nefes alamamasını Bay Osmanlı'daki kuşun oraya dönmesinden eşitleniyor. Bay Osmanlı'nın burnu ise sol taraftan geldiğinden dolayı bir manada değişik bir paradoks oluyor. Osmanlı'ki orjinalliğin temeli de budur.

Hiçbir zaman değişmeyen tek organ olan göz ise resimlerde kusursuz işlenmiştir. Sağ taraftaki filin gözleri şaşkın ve umutlu, Bay Osmanlı'nın gözleri yorgun ve açık, sol taraftaki filin gözleri ise biraz yorgun ve umursamazdır.

Bay Osmanlı'nın yüz hatları kılçık, iskelet ve tüylerdir. Bunlar ölen insanlardır. Ölenlerin içiyle, kanıyla çizilir çünkü tarih. Çeneden altında da devam eder bu çünkü bu Osmanlı'nın sahip olduğu topraklar zaten tarihin başlangıcından beri savaş alanıdır. Ölenler yine kuşlu-balıklı gömülür, orada birleşirler. Ta ki bir filin ayağıyla daha da parçanıncaya kadar!

Bir ayrıntıda Bay Osmanlı'nın yüzünün sol tarafındaki testise benzer yılan balığının iskeletidir. Cinselliğe sapkın ve mutasyona uğramış bu yılan balığı aslında en tehlikeli imgedir. Balıkların içinde ama ondan olmayan bir türdür bu sapkınlar. Çabuk unutan balıklar onları bir türlü alaşağı edemezler. Balıkların suçu unutmak, kuşların suçu uçmaktır aslında.

İşte bunun için balıklara-halka unuttuğu için kızan kuşlar-bıyığı gür olanlar; uçtukları için balıklardan azar işitirler.


*Unutmadan:

Sergi Sitesi

Etkinlik Sayfası

Teaser

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Marc Chagall

Marc Chagall (1887-1985)

Chagall'ın imge dünyası parlaktır. Renkler tonlarıyla ifade edilir. Keman, İsa, Keçi-Pan, Savaş kargaşaşı, Işık ve Şeytan onun belli başlı imgeleridir. Din ve müzik evlenseydi muhtemelen şahitleri Chagall olurdu.


Akşam saatlerinin telaşını anlatır, resim. Güneşin batışından, gecenin başına kadar olan süreçteki insan durumları-telaşları ve hazırlıkları vardır.

Kemana aşinayiz. Chagall'ın özgürlük imgesi resmi ortasında ve şeytananın başının altında. Pan daha yavru bir şekilde betimlenmiş gecenin başı olduğu için. Buradaki ayrımda önemlidir. Pan yaratıcılığın şeytanıdır, kırmızı şeytan ise kötülüğün. Bunun için mavi keman ortalarında durur. Pan'ın rengi mum ve güneş renkleriyle gösterilmiştir. Mavi kemanın renklerini soldaki adamın yüzünde ve onun yukarısındaki adamın bedeninde görebiliriz. Mavi yüzlü adamın elindeki tuttuğu kağıtlar gecenin ilerleyen saatlerinde açılacak ve orada özgürlüğünü kesin kılacak, gün doğana kadar.  Adamın yanında pan ve başının paralelinde güneş vardır. kötülüğün şeytanıyla başları ters orantılıdır.

Sol yukardaki adam yalnızlığın sembolüdür. Elindeki asayla mavi yüzlü adamı uyarır, gün batıyor diye. Mavi yüzlü adamın hafif telaşı bu yüzdendir. Yalnızlığın yüz rengi yeşildir. Yeşil renk resimde bir yerde daha kullanılır o da sağ alttaki mumu tutan demirdir. Buradaki yeşil doğayı temsil eder. Doğa yalnızdır tıpkı adam gibi. Adamın ayakları yoktur fakat ayakkabılar vardır. Hiçbir yere gidemez ama kendini yalnızlığıyla öyle bir bağdaş'tırmıştır ki; ayakkabılarının varlığı onda güven hissi yaratır. Bu güven kuşkusuz saate olan tepkidir. Ayakkabılarıyla saate iteler. Belkide kırmızı şeytan onun iteklemesiyle düşmeye başlamıştır.

Güneş ilginç bir şekilde sol tarafın merkezine konulmuştur. Yalnız adam-doğa, Pan, kırmızı şetan ve telaşlı adamın ortasındaki dengenin sağlayıcısı konumundadır. Saat 8:20'dir. Gecenin başlangıcına ve akşamın zamanına göre kritik bir saat. Yani güneşin doğuşuyla ters orantılı bir şekilde olaylar rakseder.

Kırmızı şeytan. Neden şeytandır o? Aslında kanatları olan ve gayet güzel bir kadın olan bu imge neden şeytan olsun? Düşmüş kırmızı bir melek olamaz mı? Kuşkusuz olabilir ama şöyle bir ayrıntı vardır resimde- ve çok zor farkedilir bu : Şeytanın gölgesi yeşil yüzlü adamın asasına uzanıyor ve alttaki mavi yüzlü adamın telaşına telaş katıyor. Kaçan adam bir kadından kaçmaya çalışıyorsa sağ taraftaki İsa'nın başı neden dik? İsa'nın başı sadece adalet sağlandı zaman dikleşir. Bunun için kırmızı kadın melek aslında şeytanın temsilidir. Ve tabiki de Pan. Panda şeytandır. Bir resimde iki şeytan varsa ikininde kötülüğü farklı bir biçimdedir Pan'ın kötülüğü bireysel özgürlükse kırmızı şeytan toplumsal özgürlüktür. Toplumsal özgürlükten kastım: Alt taraftaki insanların ( Kemanın altında ve kırmızı şeytanın altındaki insanlar) telaş içinde değildir. Klasik bir akşamüstü geçiriyorlardır sanki. Umarsız bir şekilde devam ediyordur hayat onlar için.

Sağ taraftaki İsa'nın çarmıha gerildiği tahtanın rengi İsa'nın başının arka kısmında değişir ve rengi kırmızıdır. Tahtanın rengi kırmızı olduğu için ve şeytanda kırmızı olarak lanse edildiği için o meleğin kötü olduğu kanıtlanır. Ve Şeytan tabi ki; o da düşmüş bir melektir!

Chagall burada çok gizli bir mesaj veriyor dinlerin tarihine yönelik. Geçmişteki Pan şeytanı ile modern dinlerdeki "düşmüş" melek şeytanı arasındaki farkları...Pan iyi bir müziseverdir ve zamana pek aldırmaz ama kırmızı şeytan zamanın kölesidir ve müziği çok sevmez. Belkide keman çalmaya başladığı için o da telaşa sürüklenmiştir. Yüzündeki ifade o yöndedir çünkü.

İsa ile şeytan arasında iki kişi vardır. Bunlar İsa ile şeytanın temsilidir. Şeytanın kucağındadır İsa. Paradoks yapmış burada Chagall; Şeytanın kollarında olan İsa temsilidir soyuttur ama somut olarak İsa'nın acıları görülüyor. Gerçek hayat orada temsili ve temsili hayatın orada başka bir temsil ile gösterilmesi. Yanlarındaki mum doğanın mumu olduğu için bu paradoks her zaman devam edecektir.

17 Mayıs 2013 Cuma

Giorgio de Chirico

Giorgio de Chirico (1888-1978)

Chirico'nun imgesinde yumurta, at, binalar, savaş ve 'kara' insanlar vardır. Portreler hariç diğer resimleri birbiriyle bağlantı içindedir. Olayların kronolojik sırası tam bilinmese de, yapıtlarına baktığınızda bütün olaylar paradoks bir şekilde birbirine bağlanmış.



Resimde en çok göze çarpan şey, bütün perspektiflerin değişmiş gibi görünmesidir. Aslında bütün nesneler normal boyuttadır fakat Chirico'nun keskin zekası nesnelerle öyle güzel oynar ki resmin bütününde boyutların yanlış olduğu fikrine kapılırız. Öncelikle ortadaki turuncu duvar bize bu hileyi oynar. Sanki bir binanın en üst katındaymışız hissi yaratır ve gemi, deniz feneri uzaklarda gibi görünmektedir. Halbuki yere duvar örülmüştür. Bu duvar kuşkusuz özgürlüğe giden yolu kesiyor.

Resmin sol tarafındaki iki kişi zorlu bir yolculuktan gelmiştir. Bunu bastıkları satranç tahtasından anlayabiliriz. Yenilen taraf arkasını dönmüş kişidir. Bunlar kadın ve erkektir. Siyah giysili erkek, önü dönük koyu kırmızılı ise kadındır. 

Sağ tarafın tonları koyudur. Gölgede kalmıştır fakat neyin gölgesi olduğuna ilişkin pek fazla ipucu yoktur. Sadece sağ tarafın sol taraftan daha yüksek duvarla örüldüğünü görüyoruz. Duvarın arkasında gemi ve deniz feneri vardır. Deniz fenerinin üstünde üç adet bayrak vardır. İkisi aynı renkli. Gökyüzünün rengi "gemi"yi merkez alarak tonlarını seçer. Özgürlüğün temsili olan gemi karadadır. Önemli olan iki kişi gemiye ulaşmak istiyor mudur? Çünkü olayın bir başka yönünü ele alırsak kadın ve erkek daha satranç maçı yapmamıştır. Erkek anında pes etmişte olabilir. Yaptıkları maç ikisinin sonu olacağı kesindir. Nedeni; girdikleri maçın sonu karanlık evin içinde bitecektir. Ve burasının karanlık bir yer olduğunu duvarın çizgisini takip ederek bulabiliriz. Duvarın soldan sağdan sola ilerleyişinde evin içindeki çizgiden daha alçakta olduğunu görürüz. 

Deniz fenerinin kapısının bu kadar yüksek olmasının nedeni duvara inat bir özgürlük anlayışının temelidir. Geminin boyutu kadar bir kapı açık bir şekilde çağrıdır. 

Resimdeki en büyük ayrıntılardan biride güneşin konumudur. Güneş Önden çarpar. Yani resmi yapan Chirico kendini güneş olarak göstermiş. 

Resmin "güneş dinlerinin" doğuşunu da ele aldığını söyleyebiliriz. Güneş sağ ön taraftan vuruyor ama resmin sağ tarafı daha karanlık, daha boğucu. 

Denizin izi ilginç bir şekilde yoktur. Belkide gemi ve deniz feneri sadece heykel olarak vardırlar. Bunların kanıtı olmadığı gibi böyledir de diyemiyoruz. Chirico resmin tamamını izleyiciye sunmuş. Bunun en büyük nedenlerinden biride bütün yapıtlarının birbiriyle bağlantılı olduğundandır.



Modernizmin din üstüne çıkarlarını gösterir bu resim. Tepeye çıkan siyah giysili insanlar sarı bir binaya doğru ilerlerler. İki koldan gelen siyah giysili insanlar 'kör' rahiptir.

Neden onlar kör rahiptir? Bu ayrıntı çok önemlidir. Dini savunarak dini çürütme temeldir bu kör rahiplikte. Binanın rengi açık bir şekilde hain Yehuda'yı temsil eder. Yehuda incilde 'soluk sarı' rengiyle temsil edilir. Bunun için siyah giysililer "rahiptir" ve soluk sarı renge doğru gittikleri için "kör"dür.

Modern olarak ele almam sarı kulubenin üstündeki antendir. Alet hem haça gönderme yapar hemde anten olduğunu belli eder. Dinin en büyük yancısı konumunda ki televizyon bu imgede o kadar iyi tasvir edilir ki; Chirico zamanından öte bir şekilde 21. yy analiz eder.

Kulübenin dört tarafında da pencere vardır. Televizyonla gelen bakış açışına değinilir burada. Kulübedeki kan izleri ise yataydır. Aslında o kulübe yaklaşık üç bin yılda oluşmuştur diyebiliriz. Temeli sağlam ve geçmişi kanlı  bir kulübe. Sonrasında dört tarafı açılıyor ve en tepeye anten-haç takılıyor. Kulübenin öteki tarafındaki siyah yatay iz isebilinemezciliği işaret ediyor.

Başka bir bakış açısıyla bakarsak; 20 yüzyıla damgasını vurmuş 4 düşünür-bilimciyi de temsil etme olanağı vardır: 1) Marx 2)Darwin 3) Freud 4) Nietzche. Çünkü dört açık tarafın ikisi rahipleri görüyor, diğer ikisi ise manzarayı görüyor. Yani Marx ve Darwin insanın fiziksel gelişimini Freud ve Nietzche duygusal-soyutsal gelişimini ele alır. Ve kulübede ki kanlı izlerin göründüğü açıklık Marx tarafıdır. Onun düşünceleri ister-istemez insanoğluna kanı getirmiştir. Siyah yatay iz ise Darwin'in yeridir. Bilinemez bir şekilde evrim teorisi bazı insanlara göre böyledir.

Etraftaki siyah kuşlar oranın bekçisidir. Ve dağın en tepesi değilde bir yamacında nedne kurulmuştur bu kulübe? Açıkça doğanın üstünlüğü vardır burada. Dağın en tepesine buraya uğradıktan sonra çıkan kişiler ulaşabilir de ondan...

Kör rahiplerin sayısına baktığımızdaysa güzel ayrıntılar bulabiliriz. kulübedeki kanlı izlerin yanında 3 kişi vardır. Baba-oğul-kutsal ruh. Öteki iki kolda ise 12 kişi vardır.
12 sayısının önemini Antonin Artaud 'Heliogabalos Taçlı Anarşist' kitabında şöyle belirtir:

"Ram Zodiyakının on iki bölümü, Pythagorasçılık geleneğinde doğanın sihirli rakamı olan 12 rakamına karşılık gelir. İlginç bir saptamadır ki, 12 aynı zamanda iki ilkenin ucuca eklenmesinin de rakamıdır: Tanrı ve Doğa, Ruh ve Madde, Erkek ve Kadın; ancak ilkeler burada ölü durumda, henüz eylemlerini yapmamış, henüz 1 ile 2'nin arasındayken ele alınmış görünürler."
Fakat 12, 3 ile 4 çarpımından elde edili: ilkede 3, duyulanda 4... Ve böylece denebili ki, dört büyük insan ırkı, organik yankılar gibi, Tanrı'nın isteğine bölünmüş Ram Zodiyakının bölümlerine karşılık gelir.

Ve tabiki Chirico'nun imzası.. Sağ alt yerine sol yukardadır! Dağın tepesine çıkmak isteyen biri için güzel bir ayrıntı...



22 Nisan 2013 Pazartesi

Devlerin Aşkı - 1976


Filmin Adı: Devlerin Aşkı
Yönetmen: Osman F. Seden
Yapım Yılı: 1976

Filmin başında siyah-beyaz fotoğraflar vardır, oyunculardan, yönetmene kadar. Her şeyin bir anıdan ibaret olduğunu ve elde kalan tek şeyin anılar olacağı hissediliyor.

Başlamadna önce üç ana karakterin neyi temsil ettiklerini söylemek gerek:

Tarık: ID
Süreyya: EGO
Türkan: SÜPER EGO

İlk görüntülerde ise Avni Bey'in firması vardır. Süreyya Seden'den bahsederek, onun tehdit olduğunu söylüyor. Hayat da her şeyin bir karşı-durumu vardır ve bunun için çözümleri almaya başlamanın yararlı olduğunu sanılır. Böyle düşünen Avni Bey, Süreyya Seden'i ortadan kaldırma planları yapar. Basit ve aşağılık bir şekilde. Avni Bey burada hayatı simgeliyor. Güçlü olan kazanır felsefesinin uygulayıcısıdır.

İlerleyen dakikalarda Tarık Sürayya'yı suda boğulurken kurtarır.kendi iç güdülerimizin, kendimizi kurtarması gibi. Egomuz bize göre çok zengindir. Onu kurtarmak, boynumuzun borcudur aynı zamanda. Tarık'ın arabası da kaza sırasında patlıyor ama tekrar araba alacak gücü ve parası yoktur. Burada önemli bir ayrıntı gizli. Eğer bundan ID, EGOyla bir anlaşmaya varmazsa o arabayı tekrar alamaz. Tarık'ın arabası bir nevi çocukluğu ve çocukluk istekleri. Bundandır ki; Süreyya Tarık'la iş yapmak istiyor. Dostluk kurmak istiyor. İlk zamanda Tarık'a para teklif ediyor, egoya yakışır bir biçimde ama Tarık bunu reddedince anlıyor, onun dostu olabileceğini.

Süreyya, Tarık'la iş yapmaya başlar. İlk iş gemi satımıdır. Gemi özgürlüğü temsil eder. Tarık burada "Bize ne alan yürütsün" der satılmak istenilen gemiye. Onarılmadan gemiyi satmak. Süreyya direk katılır bu duruma. Bozuk bir özgürlüğe talep artar, tıpkı bizim yüz yılımızda olduğu gibi..

Maden işinin Tarık tarafından ortaya atılması onun ID olduğunu kanıtlar. Eskiye geri dönüş yaparak, Süreyya'nın babasından kalan madenleri değerlendir. Çocukluğunun anılarını su üstüne çıkarmak gibi bir şeydir bu. Ve bir ayrıntı da madende konuşulunca Süreyya'nın kız arkadaşının çaldığı müziktir. Geçmişe gönderme yaparak, geçmişle yüzleşir Tarık. Türkan'la onun arasında olan müzik ilk burada devreye girer. Süreyya'nın kız arkadaşı Avni Bey gibi hayatı temsil eder. Elit tabakayı. Zaten bu olaydan sonra kız Avni Bey'in yanına gider onun metresi olur. Daha kızın Avni Bey ile münasebeti Türkan'la Tarık'ın aşkını ortaya çıkarır.

Tarık yurt dışına çıkar maden işleriyle ilgilenmek için. Geçmişinde kaybolur yani. Döndüğünde Türkan, Süreyya'la sevgili olmuştur. ID geçmişe bir bakış atarsa Ego ile Süperego ona acılar yaşatır.

Film boyunca en önemli ayrıntı Süreyya'nın habersizliğidir. O habersiz bir şekilde Türkan'a tutulur. Türkan'da zenginliğe. İşi sadece ID yani Tarık bozar. Her şeyi bilen ama geçmişine gömülen bilinçaltı...

 Müzikle geçmişinde oluşan çatlaklar Türkan'ı gördükten sonra açılır. Geçmişe gider. Süreyya habersiz bir şekilde Tarık'ı sevmesini ister. Türkan "Yakışıklı çocuk" dedikten sonra Süreyya kilit cümleyi söyler: "Evet, ama çocuk!" ID'i küçümseyen Ego, Süperego'nun ona neler getireceğini bilemez.

Tarık kendi içinde geçmişine döner. Türkan'ın yazdığı mektubu okur. Ayrıntı olarak mektup tam haliyle görünmez. Parça parça görünür. ID yavaş yavaş kendi içine gömülecektir. Ego ve Süperego durumun felaket boyutunu anlamadan, takılır. Gezer.

Tarık onlara katılır. Türkan onu hayran hayran izler. Şu diyalog kendi savunlarının özetidir:

"Tarık: Kutlarım, on ikiden vurmuşsun manikürcü Türkan.
Türkan: Sende durumundan pek şikayetçi değilsin Şoför Tarık.
Tarık:Paralı adam düşlediğinden daha zengin.
Türkan: Parası olması suç mu? ... Yerimde olsan sen ne yapardın?
Tarık: Yerinde olmamaya çalışırdım.
Türkan: Neden?
Tarık: Ben satılmam.
Türkan: Beni satın alan adam senide kiralamış Tarık. ..Fazla bir şeyimiz yok. "

Buradaki diyalog kişilik çökmesidir. Kendiyle konuşuyormuş gibi ikisi de haklılıklarını yüzlerine vuruyor. Tarık kiralandığı ilk defa duyuyor. Halbuki kiralanmadığından emindir. O dostudur, Süreyya'nın yani egonun.Son söz olan fazla bir şeyimiz yok durumun nihilist yönünü ele alır.

Başka biriyle dans eden Türkan'ı alması için Süreyya Tarık'a söyler. Ego burada kendini açıkca belli eder. O bir şey yapmaz. ID yapar onun için. Türkan'ı aldıktan sonra üçü bir yerde kalır. Türkan şarkı söyleyecektir.
Burada Türkan gerçek yüzünü belli ediyor. Bu şarkı'da Türkan'ın para yüzü sempatikleşmeye çalışıyor. Süperego'nun bize getirdiği paralı olmak kavramı ancak bu kadar iyi ironikleşebilirdi.

Şarkı bitiminden sonra oluşan diyaloglar Tarık üstünedir. Aşk konusu gelir ve Tarık susar. Şerefe denildikten sonra viskisini kültablasına döker. Geçmişte içilen onca sigarada saklanan anılara müdahale gibi...

Sonraki sahne kuşkusuz filmin en iyidir. Süreyya'nın oyunculuğu o kadar iyidir ki resmen Ego'nun kişiliğine bürünür.

"Benim olan benimdir, kimseyle paylaşmam. Kimse bana ait olan bir şeyi alamaz."

Süreyya'nın burada iyi mi kötü mü olduğu anlaşılmaz. Tıpkı egonun varlığı gibi. "Nefret garip bir duygudur Türkan. Çok kuvvetli bir duygu." derken içinden geleni yapar. Kıskançlığı nefretten üstün görür. Kıskançlık, tek maddedir o an süperegonun ve herşeyin!

Sonraki partide Süreyya'nın eski kız arkadaşı Türkan'la Tarık'ı fark eder. Avni Bey bundan faydalanır.
 Hayat egoya zarar vermek için ID ve Süperego'yu kullanıyor.
Süperego kaçırılıp, ID yanına gelince Ego tek başına kalıyor. Ego'nun güçlülüğü burada çok önemlidir.
Türkan'ı kaçırıldıktan sonra gören Tarık hiçbir şey olmamış gibi ona sarılır. Sever. Anlaşmaya göre Tarık, Avni Bey'in yanına gider.
Ego'nun yine haberi yoktur olanlardan. O olayların perde arkasını görmez.

Tarık'la Türkan'ın sahilde buluşması eski sahneleri akla getirir. Geminin satıldığı sahnelere. O gemiyi Süperego ile ID satın almıştır ama o geminin bakımsız olduğunu Tarık bilir. Bunun için Türkan'ı orada reddeder.

Süreyya ise tek başına işine devam eder. Gemisini sigortalatmak istemez ve bu Avni Bey'in kulağına gider. Süreyya gemiden bahsederken "Ben bunu şimdiye kadar ödemediği  sigorta paralarıyla aldım." der. Hayatında hiçbir şeyi sigorta yapmayan Süreyya gittiği yurt dışından kötü haberlerle dönecektir.

Önemli bir ayrıntı vardır burada. Tarık ve Süreyya yurt dışından döndükten sonra felaketlerle karşılaşır. Biri maden için gitmiştir diğeri kazaya uğrayan gemi için. Biri geçmişini satmak için diğer felaketleri görmemek için.

Türkan tamamen ID'i ister artık. Çünkü paralı bir ID her zaman insanların istediğidir. Süperego daha ne isteyebilir ki? Tarık'la sonra evde buluşurlar. Türkan çok üzgün görünür ama Tarık onu kovar. Merdivenlerden inen Türkan'a seslenen Tarık belkide en büyük hatayı yapmıştır.
Çok önemli bir ayrıntı daha vardır burada Türkan gitmeden Tarık'a "Tamam haklısın ama sen hiç hata yapmadın mı hayatında" der. Tarık o ana kadar hiç hata yapmamıştır. En büyük ve tek hatası Türkan giderken arkasından "TÜRKAN" diye bağırmasıdır. Süperego onu uyarmıştır hem gitmeden 5 saniye önce.

Sonrası güzel günler diye görünür. Ta ki Süreyya yurt dışından dönene kadar... Döndükten sonra Tarık'la olan fotoğraflarını Türkan'a atar. Geçmişine bak ve gör gibi. Süreyya olayların perde arkasını bilmediğinden Türkan'a söylediği sözü hatırlatır. "Benim olan benimdir" sözünü.

Sonraki sahnelerde ID ve Süperego kaçar. Ego peşlerine düşer. Tarık ve Türkan'ın yurt dışına çıkma istekleri ilerde oluşacak felaketlerin habercisidir. Son gün Ego izlerine bulur ve binayı kuşatır.

Türkan o kadar iyi duygu sömürüsü yapar ki; Tarık'ın elindeki silahı bıraktırır ve gelinliğini giyer. Aslında film bir nevi evliliğe de göndermede buluyor. Evlenen insan egosuz olmalıdır. Sadece ID ve Süperego yeter onlara. Modern toplumun evlilikleri böyledir...

Son sahnede üçü bakışır. Süreyya silah çeker ama Tarık ve Türkan yollarına devam eder. Ve hala işin garip tarafı Süreyya hiçbir olayın perde arkasını bilmiyordur. Süreyya gerçek ve kirlenmemiş bir insandır. Kimse ona anlatmaz gerçeği.

"Bırak gitsinler..Onları kimse durdurmaz..Ölümü bile aşmışlar" lafını söylediği anda bu oyunda kazanan tek kişi vardır oda Süreyya'dır bana göre...

Tarık ve Türkan felaketlerin eşiğine giderken o en büyük babalığını yapmıştır hayat üstüne. Süreyya Seden, egosundan arınmış bir egodur...

6 Nisan 2013 Cumartesi

Çakal ve Road Runner

1949 yılında başlayıp, günümüze kadar devam eden bu çizgi film 'kaybetmenin olağanlığını' bize gösterir.

Benim için ayrı yeri olan Çakal'ın; eğlencesine, bilinçaltını çözmek istiyorum.

Öncelikle çakalın şizofren olma ihtimali yüksektir. Çünkü Çakal diye bir hayvan vardır ama Road Runner diye bir hayvan yoktur. Bu tabi ki çok gözü sokulacak kadar görülen bir şeydir ama Road Runner'ın cinsiyetinin olmayışı ve bir kuş olarak adlandırılması ilginçtir. Bu kuş türü uçamaz. Sadece hızlı koşar. Yakalanamayan ve resimlerden geçebilen bir kuştur aynı zamanda.

Çakal'ın kafası inanılmaz bir şekilde iyi çalışır. Her bölümde yaptığı tuzaklar insanları hayrete düşürmeye yeter. İşin en ironik tarafı mekanizması kusursuz da çalışsa 'doğa' ona ihanet eder. Çakal kaybetmeye mahkum biri değildir ama o sadece deneyen ve isteyen biridir. Sanırım onun durumunu Samuel Beckett mükemmel özetlemiştir:"Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil." Her defasında daha iyi yenilen Çakal bize 'uçurumdan düşmenin' standartlığını gösterdi. Çakal, Roan Runner'ı yakalasa onu yer miydi? Sanırım yerdi ve bir saat sonra boşluğa düşerdi. Bu sefer içindeki boşluğa.

Çakal'ın geçmişinde kesinlikle kırmızı kamyon ve kırmızı trenlerle ilgili bir şey olduğu açıktır. Her defasında bu iki araç ona çarpar ve işlerini mahveder. Ansızın gelen kırmızı kamyon onu ezer geçer fakat kırmızı tren onun yaptığı hareketler sonucunda ortaya çıkar. Ve bu iki araç iki kişiyi simgeler. Kırmızı araba baba, kırmızı tren anne. Baba ansızın ortaya çıkarak onu hayallerinden (Road Runner) alı koyar anne ise Çakal'ın yere çizdiği demir yollarından onu ezer. Demir yollarını Çakal çizdiği için aslında annenin pek bir suçu yoktur. İstemeden eziyordu Çakal'ı.

Çakal, bizim kaybeden tarafımızdır. Toplumda kaybedip sürekli didinen insanlarımızın aynasıdır.

Çakal'ın yaptıkları gerçek olur fakat kendi gerçekleştiremez onları. Bir resim çizer, Road Runner o resme girer o giremez ve üstüne üstlük oradan kırmızı bir kamyon gelir onu ezer. Çocukluğunda resim yaptığı kesindir. Kırmızı arabanın onu ezmesi, babası tarafından engellendiğini gösterir.

Aslında Road Runner, Çakal'ın hayalleridir. Çakal onun kadar özgür olmak ister. Cinsiyetinden sıyrılarak hemde. Bir kuş olmak ister ama uçmakta gözü yoktur. Road Runner'ı yeme isteği ulaşamadığı hayalleri yok etme istediğidir de aynı zamanda. Çakal, hiçbirini gerçekleştiremediği gibi hep yüzündeki masumluğu korur. Bunlar bizim kaybeden insanımızın özellikleridir. Road Runner'ın eti onu doyurmaz zaten. O sadece elde etmek istiyor onu ve hayatından çıkmasını istiyor. Hayalleri ona fazla geliyor da olabilir tamamen hayal dünyasında da yaşamak isteyebilir. Bunu ondan başkası anlayamaz.

Bir bakıma Çakal bütün insanlığı da temsil etmektedir. Çünkü çakalın ACME denen bir yerden sürekli bir şeyler aldığını görüyoruz. Acme çakalın dinidir. Belkide bütün planlarını bozan bu mallardır. Eksik mallar. Acme'nin malları Çakal'ın kaybetmesine göre dizayn edilmiştir sanki. Din, onu hayallerinden uzaklaştırıyor AMA o hayale ulaşmanın başka da bir yolunu bilmiyor Çakal.

Çakal, Road Runner'dan daha hızlı koşuyor bazı zamanlarda ama bu tip durumlarda genelde Road Runner bir 'çakallık' yapıyor ve Çakal kendi kendini saf dışı bırakıyor. Road Runner'ın ise çok hızlı koşmasıyla ünlenmesi bunun en acı tarafıdır.

20 Mart 2013 Çarşamba

James Gleeson

James Gleeson (1905 - 2008)

Gleesoon'nun imgesinde din, mitoloji, temiz vücutlar ve değişik kafalar vardır.


Lilith'in ölümü dersek resmin özetini çıkarmış oluruz. Yerde yatan kadın lilith, ayaktaki çıplak adam Adem'dir.   En arkada yatan ise doğmaya çalışan Havva'dır (erkekvari olarak resmedilmesi; mitlerde "Havva, Adem'in kaburga kemiklerin yaratılmıştır" ibaresinden kaynaklanır. Havva bir nevi Adem'in temsilidir.). 7 tane karalar içindeki insanlar ise Adem'in aklındaki gelecek kötülükleridir.

Ortadaki göl ikiye ayrılmış. Bunu Adem ile Lilith'in ayrı görüşleridir. Su hayatı temsil ettiği için ikisininde sular birbirine karışmaz. Bu gölün üstünde Havva'nın olması ironiktir. Çünkü doğan Havva bunların özütünden doğmuştur. Adem Havva'dan asla büyük olamayacaktır da böylelikle. İlginç bir ayrıntı da vardır. Gölün sağ tarafı biraz kurumuştur. Kuruyan bu yer Lilith'in kanıdır aynı zamanda. Çünkü yerde yatan Lilith Sağ tarafını tutar. Beyniyle hareket ettiği için sağ ona daha yakındır. Gölün kuruyan kısmı ise Havva'yı çok etkileyecektir. Çünkü beyin suyundan az girecektir vücuduna.

Tablodaki renk uyumu neredeyse kusursuzdur. Adem'in bedeni ile Havva'nın bedenindeki tonlar aynıdır. Yerdeki kan Lilith'in kanıdır. Kırmızıdır. Ana renktir. Adem sarı tonuyla, Lilith kırmızı tonuyla Havva'yı doğurur. Yani turuncu tonunu. Kara giysi giyenlerde içteki zıtlıklar ve bunların doğuracağı kötülüklerdir. Beyaz başlılar ama giysileri siyah. Toplum, normları, din, aile ve buna benzer toplumsal yaşantıları betimler gibidir. Başları beyaz ve iyi bir şey yaptıklarını düşünüyorlar ama giysileri siyah. Göremiyorlar.

Burada yunan mitolojinine gönderme de vardır. Dünyanın yaratılış mitinde Uranos ile Gaia arasındaki olaylar görünür. Yeryüzünün ırzına geçen gökyüzü. Bunların devamında dağların oluşumu falan.

Arkada oluşan fırtına gelecek kötü günlerin habercisidir. Kötü günlere tahminde bulunursak da; Nuh mitini gösterebiliriz. İnsansoyunun biraz hastalıklı tarafları doğmaya başlıyor fırtınada.

Lilith'in vurulduğu yerinden bir çiçek açmış gibidir. Vurulduğunun farkında ama üzgün değil. Asi kişiliğinin arkasında adalet taşıyor. Kısa saçlı olarak gösterilen Lilith kendine bakan ve avcı bir kişiliktir. Avlanırken saçları dikkatini dağıtmasın diye. Kendine baktığı kısmı ise bunun erkek gibi değilde kadın gibi göstermeye çalışmasıdır.

7 Adam. 7 günahım temsili gibidir ama paradoks bir şekilde bunların habercisidir de aynı zamanda. İstemeden gelen günahlar, Lilith'in kanıyla toprağa gömülecektir.



1 Mart 2013 Cuma

Dave Lebow

Dave Lebow

Hala yaşamakta olan Lebow pek keşfedilmemiş ama bana kalırsa ilerde adından çok konuşulacak ender isimlerden biri. Eserleri kah bir korku filminden kah bilim-kurgu filminden fırlamış gibidir ve tabi ki içlerindeki imge yüklü darbeler çok fazladır.

Orta yaşlı bir erkeğin kadın ilişkilerinden dine bakış açısını dahi anlatan bu eser belkide herkesin yaşadığı bir iç hesaplaşmadır veya cinnetin bizzat resmidir.

7 melek adamı kanla yıkıyor. Burada 7 baş meleğe gönderme yapıldığı kesindir. Din metaforundan kendi düzlemine geçerken aksaklıklar yaşayan adam, kanı istese de istemese de vücuduna alacaktır. Dinden sıkılmıştır belkide. Altın kaselerden akan kanı istiyordur. Zengin olma isteğinin açık bir kanıtıdır ayrıca. Sağ elin olmayışı adamın koyu bir dindar olduğunu gösterir. Sol el daima dini kalbi temsil eder. Sol elini havada tutar ve cinnet halindeki kendisini durdurmak istemez. Meleklerin kadın oluşu adamın saflığıyla alakalıdır. Çocukluğundan beri saf olan düşünceleri ona böyle ihanet ediyor. Kanlı bir banyo sefasıyla hemde!

Altında yanan insanlar ya önceden alındığı insanlardır ya da cinnet halindeki kendisinin o insanları yakma isteğidir. Sağ kaburga kısmının parçalanması önemli bir ayrıntıdır. Eski inanışlarda kadın erkeğin kaburgalarından yapılmıştır. Adamın cinneti büyük bir ihtimalle bir kadın yüzündendir.

Altta yanan 6 kişi vardır. Biri kendisidir (elleriyle yüzünü örtüp yere bakan kişi), biri annesidir (sağdan ikinci), biri babasıdır ( en sağdaki) biri karısıdır (en soldaki), en sonraki kişi ise kuşkusuz adamın öteki halidir. Sağ eli arkasında sol eli yukarıda eğleniyormuş gibi bir hali vardır. Adam kendi acısının içinden eğleniyor cinnetinden. 6. kişi kişi bunu çizen Lebow'dur. İmzasının yanında yanan bir yüz.. O bunları bize aktardığı için sadece çığlık atıyor. Eğlenerek de atıyor olabilir bu çığlığı...

Yananlardan annesi olan oğlunun yanan vücuduna girmek istiyordur sanki. Deniyor ama oğlunun etini koparmaktan başka bir şey yapamıyor. Anneler zaten istemeden çocuklarını yakmaz mı?

Kendi dininde kaybolmuş bir adamın cinnet hali, yaşamından asla bağımsız değildir. Özellikle meleklerin etrafı karanlıktır. Bu adam bir yerde hata yapmış. Ya dini yanlış anlamış ya da cinnet halinde karanlıklarda kaybolmaya çalışmaktadır....


Bir tiyatro sahnesini andırır bu eser. Yaşamın bir tiyatral tarafı bir de acı tarafı vardır.

Küçük bir kız durgun ifadelerle seyircilere bakar sanki. Şimdi ne olacak diye. İki tabut vardır. Biri kuşkusuz yerdeki adama aittir. Bu adam kızın babasıdır. Öteki tabut ise kızın elindeki bebeğe aittir. Bebeğin anne olma ihtimali yüksektir. Kız annesini kıskanmıştır. Elektra kompleksinin görüldüğü yerde tam olarak burasıdır. Kız babasını zihninde öldürmüştür. Annesini ise kendisiyle özleştirecek şekilde bebeği konumuna sokmuştur. Kız zihnindeki aşık olduğu babasının imgesini resim yapıp duvara bile asmıştır. Önemli olan tabutlardan hangisine koyacaktır onları? Yerdeki tabut kimi alacaktır içine. Kız bunu seyirciye sorar gibi duruyor. Kızın kendi içinde büyümeye başlayan çelişkileri ve takıntılaşmaya yüz tutmuş elektra kompleksi içinden çıkılamaz bir durumu gösteriyor.

Önemli bir ayrıntıda ayakta olan tabutun açık olmasıdır. Kız Tabuttan bir şeyde almış olabilir. Öldürdüğü annesinin sembolü olan bebeği de almış olabilir oradan. Gelecekteki halinin geçmişe dönüşü gibi bir gezinti yapıyor iç dünyasında. Ölen ne olursa olsun kız soru soruyor bize:

Hangi ölü hangi tabuta? Hangi beden hangi resme ait? Doğanın ötesinden gelen iç güdülerin cevabı nedir sizce?

28 Şubat 2013 Perşembe

Aubrey Beardsley

Aubrey Beardsley (1872-1898)

Beardsley'in erotik illüstrasyonlarının dışında fazla imge yüklü eserleri din-hayat-şeytan üçlemesini gözler önüne serer.

Beardsley kendini Grotesk olarak tanımlar. Neden erotizmi kullandığı bunun en açık kanıtıdır aynı zamanda. Beardsley 2 yüklü imgenin bana göre en açık tarafıdır. 19. yüzyıl sanat hayatı iki yüzlüydü. Birinci yüzü görünen ikinci yüzü grotesk yani anlam yükleyicilerin zihin gücü. Şeytanı biraz kadınvari çizer ve bu onun gerçek bir grotesk olduğunu ispat eder.


Bir insanın doğumundan ölümüne dek kendi iç hesaplaşmalarını anlatır bu eser. Karalar içinde bir kadının elinde bebek var. Kadın bize doğru bakıyor. İnsana kendi kurallarını hatırlatır bir şekilde hemde. Bebek sanki gaza ve haza gelmiştir.
Kadının arkasındakiler önemli imgelerdir. Yılan, Şeytan, gözlüklü biri. Yılan bilindiği üzere şeytanı temsil eder. Ölümsüzlüğü ve sinsiliği daima kendi adının içinde saklar. Sağ taraftaki Şeytan her zamanki gibi kadın gibidir. Çift cinsiyetli olduğunu söylemek yeterlidir. Sol memesinin altında toynak bulunur. Toynak ile büyük bir ihtimalle Pan'a bir gönderme vardır. Pan'nın olduğu her yerde panikte vardır. İçten içe de olsa eserde bir panik havası var.

Yılanın üstündeki desenler resmin en önemli ayrıntılarından biridir. Yılanı simgeleyen ölümsüzlük ve sinsilik demiştik ve bu desenler bunu kanıtlıyor. Küçük küçük noktalardan daireler resmin sol tarafında da var. Tek gözü kapalı olan bir adamın şapkası. Bu sinsiliktir.Sinsi bir şekilde solundaki kadının götüne bakar. Erkeklerin içindeki cinsel güç sinsiliğinden gelir bir nevi. Sinsiliğin göstergesi şeytanın memesinin altında da vardır.
Yılanın öteki deseni olan siyah büyük noktacıklar ise yine resmin sol tarafında bebeğin altında yer alır ama bu sefer beyaz bir şekilde. Burada insanın asla ölümsüz olamayacağı vurgulanıyor. Yılanda siyah, insanda beyaz. Bebek bunun farkında değil çünkü bu noktalar onun altında. Ölümüne kadarda bunu fark edemeyecek. Buda yılanın ölümsüzlüğünü gösterir.Noktaların birazı da sol ortada bir kadının şapkasında yer alır. Yani bu ölümsüzlik düşüncesi bir kadından çıkmıştır. Bebekleri zehirleyen kadınlar... Yılan deseninden siyah noktalara uyan tek yer ortadaki kadının kolundaki taç gibi bir şeydir. Yılandan geldiğini ve bebeği zehirlemenin kendinden geldiğini bize bakarak, vurgulayarak söylüyor.

Panik havasında herkes birbirine bakar. Şeytan gözlüklüye bakarken onu aşağılıyormuş gibi bakar. Gözlük bilgeliğin imgesi durumunda olduğundan şeytan cehaleti tutar. Gözlükleri sevmez ama oları kontrol etmesibi bilir. Çünkü kadının hemen altında şeytanın toynağı vardır. Dikkat etmezse efsaneler gözlüklüyü öldürebilir.

Sol yukarıda bir kuş var. Bu kuş Beardsley'in eserlerinde sürekli görünür. Bu onu temsil eder. Onun grotesk tavrını ve hayatının bakışını yansıtır. Onunda altında başka bir kuş vardır ama kafası değişiktir. Başka bir yere bakar. Bu kuş insanında anlaşılmaya ve kimseye söylenemeyen tarafıdır. Kanatlarının altında şapkalı bir kadın  umarsızca takılır. Hayallerin kırıldığı zamanlarda çıkan o şapkalı ve sinsi kadın! Bu kadınında altında yüzünün çoğunluğu gizlenmiş başak biri daha vardır. Bu kuşkusuz ki biliçaltıdır. İnsanın kendisine dahi hissettiremediği bilinçaltı.

Karalar içindeki kadının yanında ise maskeli bir adam ve kel bir kadın belirir. Bu büyük bir ihtimalle Berdsley'in kendi cinsel karmaşasıdır. Çünkü Wilde tarafından homoseksüel gruplara dahil edilmişti. Kendi içindeki belirsizliği bulamayan kişi, iç karmaşası altında şeytana kurban gider. En azından Beardsley'in bunu kendi içinde bulduğu açık ve nettir. Bizim kafamızda soru işareti olacaksa bu onu mutlu eder.


Doğanın içindeki insan kendi inancını nasıl yaratır? Resimde bir melek vardır ama bu melek aslında melek değildir. Kendini melek gibi gösterir istemeden ya da isteyerek. Kanatlarını kendi yapmıştır sanki. Erkek olduğu açıktır ama vücudu pürüzsüz ve ışıl ışıldır. Burada iki cinsiyetinde aslında temelde aynı olduğunu söylüyor. Kadın-erkek aslında aynı cinsiyetten geliyor doğada. Şeytan her zamanki gibi çift cinsiyetlidir. Beardsley imgesinde de olabilir bu durum. şeytan-erkek-kadın üçlü olarak birleşen ve aynı olan olgulardır belki ona göre.

Mumlar şeytanın eli gibidir. Onun ellerinde aydınlanan bir dünya. Burada doğada yangın çıkma ihtimali göze çarpmıyor. Bu resminde önemli ayrıntılarındandır. Ateş. İnsanı insan yapan ve başlatan element. Ateşle medeniyetler kuruldu. Et pişti ve vücut gelişti. Bunun için insan kendi eliyle şeytanı yarattı. Sonradan havaya geçip kanat takmak istedi ama kendini öyle bir hale soktu ki;asla yenemeyeceğini anladı.

Sağ altta yine bir kuşumsu bir şey var. Önceki resimdekinden biraz büyümüş bir halde ama. İnsanın olgunlaşması da diyebiliriz buna. Olgunlaştıkça içimizdeki azalan yüzler..

Sağ boş taraf kesinlikle Tanrıdır. İnsan ilk korktuğu şeyi yarattı yani şeytanı. Sonra  Tanrı bilinemezcilik konumuna geldi. Önce korkulan sonra o korkuyu alt etmek isteyen bilinemezcilik. Nietszche'nin Tanrı insan paradigması gibi. Tanrı önce borçlandırır sonra borcunu öder ve senin ödemene izin vermez. Bunun için hep borçludur insanoğlu ona!


26 Ocak 2013 Cumartesi

Serbest Analizler - Minimalist Vampircilik ve Dünyada Vampirizm






Vampircilik, insanoğlunun kullandığı en yaygın mitlerden biridir. Onun varoluşu, öyküleri, masalları süslemekle kalmaz ayrıca korkutuculuğuyla da diğer mitlerden daha fazla ön plana çıkar. Aslında 21. yüzyıla kadar her şey mit olarak vardı ama artık vampir miti, minimalist olarak insanoğlunu resmediyor. Bu insanoğlundan kasıt; başta Avrupa ve Amerika olmak üzere orta sınıf ve üst sınıftır.

Bu düşüncenin en büyük dayanaklarından biri dünyada vampir edebiyatının patlamasıdır. Hiçbir şey durduk yere parlamaz dünyada. Eski vampir öyküleri, şimdiki dünyanın analizini kusursuz bir şekilde yapar. Baştan aşağı insanlığın şimdiki halini yansıtır. Bunun için vampircilik insanoğlunun hafızasında bu kadar yer etti. Bir görev misali şimdiki zamana kadar geldi ve buradan sonra kendini yenileneme dönemine ya da tasfiye dönemine gitti. Vereceğim örnekler ve analizlerle daha iyi açıklanmış olacak bu durum:

11)     Sarımsaktan Korkmaları: Bu kitle genelde iyi beslenmeden kaçar ve kendini fast-foodun pis kokan girdabına teslim eder. Sarımsağın kokusu, tiksindirici gelebilir ama kendisi pek faydalı bir besindir. Avrupa ve Amerika’daki bu kitle ise iyi beslenmenin günde üç öğün veya diyetler olduğunu sanır. Karakterleri zayıfladıkça, yedikleri onları obezite yapıyor.  

22)     Güneşe Çıkamamaları- Gece Çıkmaları: Bu aslında biraz daha geleceğe yönelik bir ayrıntıdır. Ozon tabakasının bize getireceği felaketlere göndermedir bu. Gündüzleri dışarı çıkamayacak duruma geleceğimiz o günler… Şimdi bile insanlar gündüzleri sadece evde ya da işte olmayı tercih ediyorlar, ileride buluşma saatleri güneşin batışıyla orantılı olacak. Şimdi bile bunun belirtilerini görmek mümkün.

33)     Gümüşten Korkmaları: Gümüşten korkmaları, altını ve pırlantaları yüceltme istediğidir. Kazanılan paraların birazı ya da daha fazlası parıldayan aksesuarlara gidiyor. Gümüş içlerinde en değersizi olduğu için pek tercih edilmiyor. Gümüş alan insan korkulası insandır onlara göre.

44)     Haçtan Korkmaları ve Ölmeleri: Bu kuşkusuz ki; dinden uzaklaşmayı simgeler. Onlara göre dini tam anlamıyla yaşarsan, ölü bir hayat geçirirsin. Bunun için artık formalite dincilik dünyanın en büyük dini haline geldi. kimin nasıl mutlu olduğuyla ilgilenmez bunlar sadece dine tam anlamıyla yapışırsan, boşa giden bir hayat görürler sizde. Acınası ve ölümser bir tavırla hemde!

55)     TABUTTA YAŞAMALARI: Belki de en vampirciliğin en büyük detaylarından biri budur. Gündüzleri tabutta yaşamak… Şimdiki global dünyayı bundan daha iyi açıklayan bir durum olamazdı. İnsanlar evden çıkmıyor, işten çıkamıyor. Dört duvar onların tabutu oluyor ama onlar bunu evleri sanıyor. İçlerinde yaşıyorlar ve mutlular. Öldüklerinden haberleri yok. Onlara göre bu sonsuza kadar gidecek bir döngü. Hisleri öyle. Davranışları öyle. Geceleri bekliyorlar ve geceleri uyuyorlar. Uyku onların tek kaçış yolu çünkü. Gündüz tabutta yaşıyorlar gece uykuda ölüyorlar!

66)    Kanla Beslenmeleri: Bu tip insanların, kendinden başka herkesi düşman görmeleri ortak noktalarıdır. Onları sömürmenin hiçbir zararı yoktur. Irkçılıkları hat safhaya varır. Emperyalist ve şovenist tavırları asla eksik olmaz. Kan emerler, sosisli yerler, sosyal olarak yaşarlar. Kıskançlık tabanlı arkadaşlıkları ve çıkarcı kişilikleri vardır.

77)     Dik Yakalı Pelerin Takmaları: Dik yaka daima üst sınıfın bir göstergesi olmuştur. Hâkimlik, Avukatlık, Doktorluk vs. mesleklerde takılır.

88)     Şatolarda Yaşamaları: Zenginlik ve ihtişam isteğidir.

99)     Köpek Dişlerinin Varlığı: Köpek dişleri, kesicidir. Keser ve arkaya gönderir. Bu ortalama bir ilkçağ insanının mızrağıdır diyebiliriz. Onlar gibi cahil ve av isteğiyle dolu bir topluluk…

Bu kadar vampir edebiyatının bundan başka gizli yansıması olamaz. Birde eski vampircilik yerine yeni tarz vampircilik işin içine girince durumda daha da vahimleşiyor. Bunu değiştirmek isteyenler, geleceklerinden korkan ve bunları tozpembe görmek isteyenlerdir.  Vampir mitlerinde bütün insanlığın tükenmesi ihtimali pek göze çarpmaz.

Avrupa ve Amerika kendilerinin özetini yansıtan hiçbir şeye bu kadar çok sahip çıkmaz… Onlar diğerlerinin yok olma ihtimalini göremiyor ama biz onları yok olacakları ihtimallerine her zaman sadığız…

1 Ocak 2013 Salı

Dorothea Tanning

Dorothea Tanning (1910-2012)

Geçen sene bu ay hayatını kaybeden Tanning, kendi bilinç bünyesini çocukluğundan çıkarmaya çalışan ender kadınlardandır. Ay çiçekleri, Aile fertleri, Kapılar başlıca imgeleridir. 


Ergenlikten biraz sonraki yıllarda olarak görülen beyaz kıyafetli bir kız görülüyor. Kırmızımsı topuklu ayakkabılarıyla büyüdüğünü göstermek istiyor. Kendi masumluğunu beyaz giyerek göstermeye çalışsa da; bütün kadınların yaptığı şeyi yapıyor. Masumluğunu, beğenilmek için 'harcıyor'. Belkide olması gerektiği gibi olduğu için acı çekiyor. Gözleri biraz hüzünlü. Ellerini bacaklarında birleştirmiş. İşte burada bir yol ayrımına karar veriyor kendi gizli bilinç isteği: Elini masumluğundan mı bacaklarına götürüyor yoksa klasik bir yol ayrımına girerek, elbisesini mi açmak istiyor? 

Arkadaki babanın fiziksel tarafının yerine manevi tarafı resmedilmiş. Babanın otoriter bir kişilik olduğu su götürmez bir gerçek. Ekmek onun önünde, çalıştığını ve eve baktığını vurguluyor. Gözlerinde bir şeyler var. Etrafı görmeden, hayatını sadece ev ile işte geçiren insanlar. Alıştığı düzenden kopamayan bir insan figürü.

Yerde kırmızı bir halı var. Kızın sandalyesinin iki ayağı dışarıda, yani kızın ol ayrımında olduğunu buradan da anlayabiliriz. Sandalyesini ileri çekerse, o el elbisesini açacak! Ötekiler ise anne ve baba halıya hakim durumundalar. Kendi hayatlarının şehvetleri, onları monotonlaştırmış.  

Annenin hayatından memnun olmamasını yüzünden anlayabiliriz. Yetmezse, masadaki örtünün kırışıklığını örnek verebiliriz. Fiziksel olarak küçük resmedilmesi, çalışmadığını ve ancak evde vakit geçiren biri olarak anlayabiliriz. Köpeğe yemek veriyor. Sofradan önce ilk köpeğe yemeğini veriyor. Köpek kadının bir nevi çocuğu ve kocası durumunda, ev bütün gün ondan başka birini görmüyor diyebiliriz. Ve çok ufak ve resmin en büyük ayrıntılardan biride, kadının beyaz önlüğü. Kız, beyaz kıyafetinden beyaz önlüğe mi geçecek yoksa kendi masumluğunu koruyup yoluna devam mı edecek sorusu burada sorulmalı. Kadın köpeği çok sevdiğinden ilk ona yemeği vermiyor. Kadın hayatındaki bütün her şeyi kendi monotonluğa hapsetmiş durumda! Tam anlamıyla mutlu olamaması, kopuk iletişimden kaynaklanmaktadır. Babanın manevi yok oluşu, onu tamamen silikleştiriyor. Kız bunlara rağmen, masanın köşesine oturmuş. Ergenlikten kalma bir saplatısıyla hemde; benim isteğim, benim hayatım... 

Bir diğer küçük ayrıntıda kravatın bittiği yerde ekmeğin çıkması. Post-modern dünyanın anahtarı bu kadar net açıklanamaz mı? Kravat=Ekmek. Bunun için babanın önünde sadece ekmek var. Kızın tabağı en büyük. Annenin ise küçük. Masadaki, nesneler iç dünyalarının aynası gibi.. Anne kısır döngüde, küçük bir tabak. Kız , yol ayrımında büyük bir tabak (dünyası). Baba, unutulmuş bedeninde, ekmek...